Ekrem Hakkı Ayverdi bir yazısında İstanbul'a olan mensûbiyeti ile ilgili olarak şunları yazmıştır: '1899'da İstanbul'da doğdum. Büyükbabam 150 sene önce Bolu'dan İstanbul'a gelmiş; büyük anne tarafım Isparta cihetinden. Onların İstanbul'a gelişleri ise 200 sene evveline rastlıyor. Yâni İstanbulluyum. Ama, vaktiyle bir konferans vermiştim. Orada demiştim ki: Ben hem Bosnalıyım, hem Budinliyim, hem Üsküplüyüm, hem Atinalı, hem Sofyalıyım, hem Erzurumlu, hem Erzincanlıyım. Fakat İstanbulluyum. Hiç ayırmam.' Bu idrakte, hiç şüphesiz bir imparatorluk şuûru yatmaktadır.
1907'de tahsil hayâtına başlayan Ekrem Hakkı Ayverdi 1920'de Mühendis Mektebi'nden (İstanbul Teknik Üniversitesi) mezun olmuştur. İstanbul Belediyesi'nde bir buçuk yıl kadar çalıştıktan sonra serbest meslek hayâtına atılmış, 1950 yılına kadar süren bu devrede çeşitli inşaatların taahhüdünü almasının dışında, İstanbul ve Trakya'da birçok târihî binânın restorasyonunu yapmıştır. Çocukluğunun geçtiği Şehzâdebaşı'nın renkli muhîti, babasının selâmlık sohbetleri, îmânlı ve vatansever âile ocağı, devrin çeşitli san'at ve ilim muhîtleri, Ekrem Hakkı Ayverdi'ye kuru bir inşaat ve teknik adamı olarak kalmaktan ziyâde, bir fikir ve san'at adamı hüviyetini kazandırmıştır.
Eski mîmârî eserleri ihyâ ederken, bir yandan da çeşitli san'at eserlerini, güzel yazı ve tezhip, kur'an-ı kerimler, murakkalar, cildler, nâdîde kumaş ve çiniler, muhtelif cins evânî, cam eşya, yazı san'atına âit malzemeleri toplama ve muhafaza etme yolunu da tutmuştur.