81 yaşında kaybettiğimiz fotoğraf sanatçısı, yazar ve kültür adamı Eczacıbaşı, bir süredir lösemi teşhisiyle tedavi görüyordu. Eczacıbaşı yarın törenle son yolculuğuna uğurlanacak...
“Şakir Bey vefat etmiş”. Dün sabah sanatın ve basının içinde olanlar birbirilerini arayıp bu haberi verdiler üzüntü ve telaşla. Kimse “Hangi Şakir Bey?” demedi. Çünkü yalnızca Yönetim Kurulu Başkanı olduğu İKSV’de çalışanların değil; kültür sanat dünyasındaki pek çok insanın karşısında ceketini iliklediği ‘sanatın başkanı’ydı. Zaten Şakir Eczacıbaşı’nın 80. yaş günü, Aralık 2008’de yapılan sürpriz partide, Marilyn Monroe’nun Kennedy için söylediği “Happy Birthday Mr. President” şarkısıyla kutlanmıştı.
Deniz Palas’ı göremedi
Uzun süredir hastaydı Eczacıbaşı, haftalardır kan kanseri tedavisi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde yatıyordu. Umut yoktu, biliniyordu. Ama herkesin dileği, yıllardır İKSV’nin kendi binasının sahibi olmasını düşleyen Şakir Bey’in vakfın yeni taşındığı Deniz Palas’ı görebilmesiydi. Bunca uğraştığı, didindiği binanın içine girememişti çünkü henüz. Odası hazırdı; kitapları, masası, notları... Onu bekliyordu, gelecek ve oturacaktı. Olmadı.
Bugün İstanbul’un adı dünyanın çağdaş sanat merkezleri arasında geçiyorsa, genç kuşak dünyada olup bitenleri bizzat kendi ülkesinde seyredebiliyorsa, Türk sanatı eksenini Batı’ya doğru konumlandırmışsa bunda en büyük paylardan biri Şakir Eczacıbaşı’na ait hiç kuşkusuz. Ve Eczacıbaşı artık fiziken burada olmayacak. Ama her konserde, her sergide, her oyunda herkes ‘Şakir Bey’in kruvaze ceketi, renkli çizgili kravatı ve bastonuyla, elini beline koymuş kenardan olup bitene baktığını bilecek. Şakir Bey’in çok sevdiği ve sözlerinden “Gülen Düşünceler” adında bir seçki kitabı hazırladığı Bernard Shaw’ın dediği gibi:
“Onun gibilerini ancak kendi ölümüyle yitirir insan, o öldüğünde değil.”
“Sanayici olmayacağım, ben sanatla uğraşmak istiyorum”. 1929 doğumlu Şakir Eczacıbaşı bu cümleyi sarf ettiğinde henüz 20’li yaşlarındaydı. Eczacılık devi Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın altıncı oğluydu oysa; işi hazırdı, başarı zaten ayaklarının altındaydı.
Babası Robert Kolej’den sonra onu Londra’ya eczacılık okumaya göndermişti, okulu bitirip geldi ama ilk işi 1953 yılında Tunç Yalman’la birlikte Vatan gazetesinde Sanat Yaprağı’nı çıkarmak oldu. Sanayici olmayı düşünmüyordu bile, henüz çocukken kapılmıştı sanatın efsununa.
İzmir’de evlerinin bahçesinde açtığı; mahallenin kasabının, manavının, bakkalının gezdiği resim sergileri kanıtıydı bunun. Sonra Robert Kolej yıllarında, ömür boyu dostu kalacak okul arkadaşları Haldun Dormen, Tunç Yalman ile gelecek projelerini konuşurken belliydi dünyaya nasıl bir iz bırakacağı.
‘Sinematek’i kurdu
Londra’dan dönüşünden birkaç yıl sonra - ola ki zorunluluktan - aile şirketi Eczacıbaşı’nda çalışmaya başladı. 1956’da şirket bünyesinde “Tıpta Yenilikler” adında bir dergi çıkardı. Adı bu olsa da dergi kültür sanat dünyasının da yakından takip ettiği bir yayındı. Daha sonra Sabahattin Eyüboğlu ve Pierre Biro ile birlikte Eczacıbaşı Kültür Filmleri dizisini hazırladı. Bu filmlerden “Renk Duvarları”, 1964 yılında Avrupa Konseyi Kültür Filmleri Ödülü’nü kazandı. 1965’te ise hâlâ hasretle anılan Türk Sinematek Derneği’nin kuruluşuna Onat Kutlar ile birlikte öncülük etti, on yıl boyunca da bu derneği yönetti.
Ara Güler’i eleştirince...
1960 yılında hayatında önemli bir pencere açıldı. “Tıpta Yenilikler” dergisi için Ara Güler’den bazı fotoğraflar çekmesini istedi. Güler’in getirdiği fotoğrafları eleştirdiğinde ise şu cevabı aldı: “Bu kadar çok biliyorsan, git kendin çek!”
Eczacıbaşı ertesi gün bir Leica fotoğraf makinesi satın alıp peşine düştüğü fotoğrafçılığı, ömrü boyunca bırakmadı. Onlarca sergi açtı; seçme fotoğraflarını içeren kitapları yayımlandı. 1968’de bugün hâlâ devam eden, Türk fotoğrafçılarının yapıtlarının yer aldığı “Eczacıbaşı Renkli Fotoğraf Yıllıkları”nı çıkarmaya başladı.
1996’da Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden ayrıldı ve 1973 yılında Nejat Eczacıbaşı önderliğinde kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı oldu. Onun döneminde vakıf kurumsallaştı, uluslararası ölçekte beş festivalle dünya festivalleri arasında saygın bir isim edindi.
İki kez evlendi. İlk eşi, Türkiye’nin ilk kadın “Hamlet”i Nur Sabuncu’ydu. İkinci evliliğini ise son anında da yanında olan, yarım asırlık eşi Sebla Eczacıbaşı ile yaptı.
Eczacıbaşı’nın çabaları Fransa’nın Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı ile TC Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi. Eczacıbaşı’yı, gerçek bir sanat adamını, karlı bir İstanbul gününde Bernard Shaw’ın sözleriyle uğurluyoruz:
“Ölüm görkemli bir olay, başarıyla sona erdirilen bir savaş, yeni bir başlangıç, bir zafer...”
Ziyaretçi | Ücretsiz Üyelik | |
---|---|---|
Tablodan Kolay Erişim (Tablo Linkleri) | - | |
Yorum Gönderme | - | |
Profil Sayfası Oluşturma | - | |
Olay Takip Sistemi | - | |
Günlük E-Posta Alımı | - | |
Sıralama (Başlık, Görsel, Yıllık, Aylık, Günlük, Türe Göre) | - | |
Duyuru Bilgisi | - | |
Günlük Yaz | - | |
Kendi Tarihte Bugün Sayfanı Oluştur | - | |
Geleceğe Mesaj Gönder | - | |
Reklamsız İçerik | ||
Giriş | SEN DE KATIL |